Hayat bazen çok ağır gelir insana. Taşıyamayacağı kadar ağır. ’’Şöyle bir uzansam, uyusam ve bir daha uyanmasam.” der. Niyeti ölmek değildir ama yine de bu yolla sorunlarından kurtulacağını umar.
Gözlerini kapayınca öcülerin yok olacağını sanan bir çocuğun saflığıdır bu.

Arkasında da uzunca bir süre -belki de bir ömür boyu- başını deve kuşu gibi kuma sokarak yaşamışlık vardır genellikle. Sorunların bir çığ gibi insanın üstüne yıkıldığı an ise ‘’Ölsem de kurtulsam.’’ dediği andır.

Bu son dibe vurma anı birçok insan için bir dönüşüm noktası olurken yine birçok insan için de gerçek bir son nokta olur.

Onlar, girdaba yakalanıp sürüklenince ve dibe vurunca kurtulmanın tek yolunun güçlü bir tekme atıp su üstüne çıkmak olduğunu bilmezler çünkü. Bütün dünyada intihar eylemleri giderek artıyor. En acısı da intihar girişimlerinin yaşı giderek düşüyor. İntihar girişiminde bulunanlar aslında ‘’Görün beni. Sesimi duyun. Yardım edin.’’ demek isterler.

İntihar eyleminin üç olası sonucu var:
1- İnsan, gerçek niyeti bu olmadığı halde ölür.
2- Sakat kalır.
3- Sorunlarını geçici olarak çözer

Üçüncü maddeye dikkat edin lütfen!

İnsan, intihar girişimiyle yardım çığlığına cevap alsa bile bu durum varolan sorunlarını geçici bir süre çözmekten öteye gitmez. Gidemez.
Diğer iki maddenin vehameti ise ortada.
Ölüm kadar radikal karar alabilen bir insan neden sorunlarının üstüne gitme ve en korktuğu çözümleri deneme cesaretini gösteremez acaba?Bir kadın tanımıştım yıllar önce. Dört çocuğu ve ona çok kötü davranan bir kocası vardı. Adamı bırakamıyordu. Çünkü çocuklarını alacak ekonomik gücü yoktu. Tek çözümün ölüm olduğunu düşünüyordu.

Durumun mantıksızlığını farkettiniz değil mi?… Çocuklarını anasız bırakmamak için kocasından ayrılmıyor ve ölümün bir kurtuluş olduğunu düşünüyor. Sanki çocukları o zaman annesiz kalmayacak!

Sizi merakta bırakmamak için hikayenin sonunu da anlatayım: Bu kadın durumuna bir de bu gözle bakınca aklına birden fazla çözüm geldi. Ölmeye yatmaktan vazgeçti. Profesyonel yardım alma olanağı yoktu, onun yerine aklına fikrine güvendiği aile büyüklerinden destek istedi. Onların da yardımıyla, eşiyle olan problemlerini çözdü. Şimdi mutlu bir aile yaşantısı var.

Gördüğünüz gibi hikayemizdeki kadın sorununu olanakları dahilinde hem de oldukça kolay bir şekilde çözdü. Bu basit çözüm daha önce aklına bile gelmemişti. Umutsuzluk ve yaşama cesaretinden yoksunluk bu kadar kör edebiliyor işte insanları.

Oysa ki yaşamla ölüm arasındaki sınır bir düşüncelik mesafede.

Bakış açınızı değiştirdiğinizde dünyanız da değişiveriyor.
Ya bilinmezler ülkesine gidiyorsunuz ya da kendi hayatınızın efendisi oluyorsunuz.Herkes hayatının bir noktasında ‘’Ölsem de kurtulsam.’’ diyebilir. Önemli olan, bu düşüncenin kendisi değil, eylemdir. Sağduyulu düşünebilen, yaşama cesareti olan insan dünyada ne kadar sorun varsa o kadar da çözüm olduğunu bilir ve her dibe vuruştan sonra daha da güçlenerek devam eder yaşam savaşına.

Yukarıda anlattıklarımın hepsi de insan ruh halinden, psikolojisinden biraz olsun anlayan ya da sağduyulu düşünebilen insanların gayet iyi bildiği şeyler aslında.

Bilmeyen birileri varsa onlar da ekranlardan milyonları etkileyen dizilerin senaristleri.

Ben kendi gelişigüzel ve sınırlı dizi izleyişimle bile o kadar çok dizide intiharın bir çözüm olarak sunulduğunu gördüm ki dehşete kapıldım.

Dehşete kapılmamın nedeni; intihar girişiminin sorunların çözümü için bir yöntem olarak gösterilmesi.
Bu yaklaşım, insanları -özellikle de gençleri- intihar eylemine teşvik etmekten başka nedir acaba?

Bir zamanlar TRT de intihar etmek üzere dama çıkan bir kadın vardı (Meral Oğuz’du galiba başrolde). Yaşı uygun olanlar hatırlar; Türkiye ayağa kalkmıştı o günlerde.

Şimdiyse seyrediyor ve geçiyoruz. Bilinçaltımızın bir köşesine atıveriyoruz bu görüntüleri. Her konuda olduğu gibi bu konuda da iyice duyarsızlaştık.İntiharın çözüm olarak sunulduğu sahneleri izleyip geçmek yerine, ’’bu sorun beni ya da benim çocuğumu etkilemez’’ demek yerine, etkilenebilecek insanları düşünerek bu tür dizilerin yapımcılarını, gösterildiği kanalın yöneticilerini uyarsak, yani tepkimizi ortaya koysak toplumun bilinçaltını zehirleyen bu çarpık bakış açısının değişmesini sağlayabiliriz belki de.
/ 10 Nisan 2007

Önceki İçerikDerviş Ruhu
Sonraki İçerikŞükretmenin Simyası
Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü mezunu. Gazeteciliğe 1987 yılında Karacan yayınlarında stajyer muhabir olarak başladı. İlk haber ve söyleşileri, Kadın, Sanat Olayı, Kapital gibi dergilerde yayımlandı. Hiçbir zaman kopamadığı çocukluk hayali olan gazeteciliğe, 90’lı yıllarda ikamet ettiği İsveç’te Türkçe ve İsveççe haber-söyleşi ve köşe yazılarıyla devam etti. 1998 yılında, bir yandan İsveç'teki Türkçe konuşan göçmenlere yönelik haber-söyleşi dergisi Prizma'yı çıkarırken bir yandan da Dördüncü Kuvvet Medya sitesinde İsveç ve Türkiye gündemi ile ilgili yazılar yazmaya başladı. Prizma dergisi, 2000 yılında, Mısır, İran ve Suriyeli gazetecilerle yaptığı işbirliği sonucu Türkçe-Arapça ve Farsça olmak üzere üç dilde çıkmaya başladı. İlk kitabı, Dorothe Simon ile birlikte yazdığı “Lagom Svenskt” 2000 yılında İsveç’te; ikinci kitabı “Kır Zincirlerini Mavi Marmara” ise 2011 yılında Türkiye’de yayımlandı. Şu sıralar, elindeki yarım kitap projelerini bitirme ve eski çalışmalarını dijital ortama taşıma telaşında.

1 Yorum

  1. Yazı yayınlandığı tarihte Kuraldışı sitesinde yapılan yorumlar (Admin)
    ——————————————————————————-
    Yazınızı çok begendim.Bence de şartlar ne olursa olsun ölümü düşünmemeli insan ve intihar girişimli diziler yapılmamalı yapılıyorsa da yayınlanmamalı..Esin Çakmak 14 Ağustos 2007 Saat:19:42:30

    ***
    Hayat bazen çok ağır gelir insana.
Anlaşılınamadığını düşünecek kadar ağır.
    FARKLILIK GÜZELDİR,
SİZDEN YENİ BİRŞEYLER DAHA DUYMAK İSTERİZ.. F.N. 30 Mayıs 2007 Saat:10:22:00

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz