İçi daralıyordu yine. ‘’Allahım sen yardım et.’’ dedi. Eskiden olsa sabır dilerdi ama sabır istemenin daha çok dert dilemek anlamına geldiğini öğrendiğinden beri her daraldığında sabır yerine yardım istemeye dikkat eder olmuştu.

Şükretti tüm kalbiyle geç de olsa öğrendiği bu bilgiye. Keşkeleri kaldıralı hayatından yıllar olmuştu; onun içindir ki ‘’Keşke daha önce öğrenseydim.’’ yerine ‘’Zararın neresinden dönülse kardır.’’ diyordu.

Yavaş yavaş dönüştüğünü hissediyordu. Neye evrildiğini kestiremese de bu evrimin hayırlı olduğunu düşünüyordu; daha doğrusu ümit ediyordu.

Çok zorlu yollardan geçmişti. Beşikten itibaren kendini bilginin içinde bulanlardan değildi o. Her şeyi zamanla, deneye yanıla, kafasını duvardan duvara vurarak öğrenmişti ve bu zorlu yolculuk bitecek gibi değildi.

Yorulduğu hatta bunaldığı anlar oluyordu. İşte o anlarda isyanın eşiğinden dönüyordu. Hiç sevmediği ‘’keşke’’ sözünü kullanası geliyordu. Düşüncesinden korkarak ve utanarak, ‘’Keşke bu bilgilerin aktığı, yaşandığı bir ortamda yetişseydim çocukluğumdan itibaren, keşke bazı şeyleri yapmaya daha çocukken alışkanlık kazansaydım.’’ diyerek annesini ve babasını suçlayacak oluyordu ama hemen pişmanlığa kapılarak kemikleri çoktan toprak olmuş ana-babasına rahmet okuyordu. Sonra da kendi çocukları aklına geliyor ve anne babasının hatalarının birçoğunu kendisinin de çocuklarına karşı tekrarladığını düşünerek ürperiyordu.

Hayatın bir noktasında yapılan bir hata farkına varılmazsa eğer nesiller boyu sürüyordu. Kendisi birçok hatanın farkına varmıştı varmasına ama yine de kısır bir döngünün içindeydi sanki. Yerleşmiş kalıpları, yılların alışkanlıklarını kırmak, koskoca bir yaşam biçimini ha deyince dönüştürüvermek öyle zordu ki.

Yaşam biçimini dönüştürmek zor olsa da onun kaderine yazılmış olan içsel dönüşüm gün geçtikçe baskınlaşıyordu.

İki arada bir derede kalmanın hiç de küçümsenmeyecek bir bedeli vardı. ‘’Yalnızlık’’ idi bu bedelin adı.

Evet, giderek yalnızlaşıyordu. Doğrusu pek de yakınmıyordu bu durumdan, dahası memnun bile sayılabilirdi ama yine de bazı anlarda beliriveren ince bir yürek sızlamasına engel olamıyordu. 

Ara sıra, şu dibine kadar sosyalleşme çağında kendisinin  giderek insanlardan kaçtığını, hatta asosyalleştiğini görerek bu işin sonunun nereye varacağını merak etmiyor da değildi.

Öyle ya, hiçbir yere sığamıyordu kolay kolay. Konuşmuş olmak için konuşulan ortamlarda afakanlar basıyordu; dünya gaileleriyle de pek işi yoktu. O devasa sonsuzluğun içindeki bir türlü bitmeyen ve aslında gereksiz yakınmalar pek bir boş geliyordu ona. Hele hele sığ, nezaket icabı olan sosyal iletişim sözcüklerine karşı neredeyse alerjik bir tepki gösteriyordu.

Bünyesi artık hiç mi hiç kaldırmıyordu olduğu gibi görünmeyenleri, göründüğü gibi olmayanları;  şaşalı lafların ardındaki sahte hayatlara tanık olmayı; öylesine sırf hava olsun diye söylenen yalanları; iki yüzlülükleri; vefasızlıkları; aşındırılmış, içi boşaltılmış ”yüce” kavramları; sağ gösterip sol çakmaları; gelişmişlik adına ilkelliğin diplerinde sürünenleri; gerçeği işlerine geldiği gibi eğip bükerek her nasılsa hep kendi çıkarlarına göre yontanları…

Zamanını ne karşısındakine ne de kendisine hiçbir şey katmayan gereksiz monologlara harcatacağına köşesine çekilip kitaplarıyla ya da hayalleriyle başbaşa kalmayı tercih ediyordu.

Bu durum çocukluğundan beri böyleydi gerçi ama yıllar geçtikçe ve o hayatı öğrendikçe yaradılışından gelen bir davranış biçimi olmaktan çıkmış, bilinçli bir seçim haline gelmişti. Sonucu tamamen tek başına, yapayalnız kalmak bile olsa seve seve göze aldığı bir seçim, hayatının bütün safralarını teker teker atarak hafiflediği, hafifledikçe dinginleştiği bir süreçti bu.

Bir yolcuydu o. Ufuk çizgisi görünmeyen, varılacak yeri olmayan, keskin dönemeçlerin bazen yılanların çıyanların cirit attığı çöllere bazen de ceylanların koşuştuğu, bülbüllerin şakıdığı uçsuz bucaksız vadilere açıldığı o yolun kâh hüzünlü kâh neşeli ama illaki yalnız yolcusu.

Dilek Yaraş 17 Kasım 2008 – Kuraldışı / Yorumsuzblog

Fotoğraf: Kyle Glenn

Önceki İçerikAn Gelir
Sonraki İçerikAlbatros Olmak
Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü mezunu. Gazeteciliğe 1987 yılında Karacan yayınlarında stajyer muhabir olarak başladı. İlk haber ve söyleşileri, Kadın, Sanat Olayı, Kapital gibi dergilerde yayımlandı. Hiçbir zaman kopamadığı çocukluk hayali olan gazeteciliğe, 90’lı yıllarda ikamet ettiği İsveç’te Türkçe ve İsveççe haber-söyleşi ve köşe yazılarıyla devam etti. 1998 yılında, bir yandan İsveç'teki Türkçe konuşan göçmenlere yönelik haber-söyleşi dergisi Prizma'yı çıkarırken bir yandan da Dördüncü Kuvvet Medya sitesinde İsveç ve Türkiye gündemi ile ilgili yazılar yazmaya başladı. Prizma dergisi, 2000 yılında, Mısır, İran ve Suriyeli gazetecilerle yaptığı işbirliği sonucu Türkçe-Arapça ve Farsça olmak üzere üç dilde çıkmaya başladı. İlk kitabı, Dorothe Simon ile birlikte yazdığı “Lagom Svenskt” 2000 yılında İsveç’te; ikinci kitabı “Kır Zincirlerini Mavi Marmara” ise 2011 yılında Türkiye’de yayımlandı. Şu sıralar, elindeki yarım kitap projelerini bitirme ve eski çalışmalarını dijital ortama taşıma telaşında.

1 Yorum

  1. Yazı yayınlandığı tarihte (Kuraldışı sitesinde) yapılan yorumlar (Admin)
    ***

    ” Değme Tabib ” denecek kadar güzeldi… esen kal / neslier 31 Aralık 2008 Saat:04:03:02

    sevgili dilek ben bu yolculukta yalnızım sanıyordum ama değilmişim benim duygularımı içinde bulunduğum sıkıntılarımı birileriyle paylaşmak çok mtlu etti beni iyiki ablamı dinleyip sitenizi ziyaret etmişim sağolun iyiki varsınız
    / tülü 17 Aralık 2008 Saat:23:36:24

    ….

    bir umut ışığı aradığım şu günlerde tamda bam telime dokunan bir yazı olmuş.duygusal alemimi ve farkındalıklarımı bir başka kişninde yaşadığını görmek ve olduğu gibi kabullenmek çok çok iyi geldi bana./ayşe 19 Kasım 2008 Saat:14:40:37

    ….

    Saygılarımla demin gecenin yarısında bende yaşadığım ikinci bir olayı yazdım.. Sizin ifadelerinizi görünce eyvah dedim..Bu nekadar güzel bir anlatım birde sanki kendimi okudum satırlarda Harika üzeri ……./neslier 19 Kasım 2008 Saat:06:46:05

    ….

    Bu güzel yazının neredeyse her cümlesinin altını çize çize okudum. Şu sıralar için de bulunduğum durumu, seçimi, yaşam biçmini senin cümlelerinde okudum. çok ama çok güzel bir yazı. ellerine sağlık. /ışık selin kuyumcu 18 Kasım 2008 Saat:12:58:34

    ….

    Dilekçiğim yazında kendimden çok parça buldum. Bu yolculuktaki yanlızlık hissini çok güzel anlatmıssın.
    /Gülin sarıyiğit 17 Kasım 2008 Saat:17:53:47

    …..

    Çok kişilik yanlızlıklarda nefes darlığı çekmektense, tek kişilik yanlızlıkların, yolunda gerek yolcusu olup mentölsü ferahlığı solumak, insanın kendini yaşamasının en önemli göstergesidir.

Var ol Dilek, iyi ki varsın 😉 Hande Candan 17 Kasım 2008 Saat:15:26:52

    ….

    Yazını gözyaşlarımla okudum Sevgili Dilek…
Satır satır, hatta harf harf kendimi buldum…
Ben kendi yolculuğumu inan bu kadar güzel yazamazdım…Ben bir kez daha, yayınlanan bazı yazılarda olduğu gibi, bu yazıda da o birlik duygusunu yaşadım…Ve bu inanılmaz bir güzellik benim için…Bana bunu bir kez daha yaşattığın için çok teşekkür ederim Sevgili Dilek…
İlahi sevgin ve sezginle hep bizimle kal lütfen…Kuraldışı ‘ nda oluşan, bu sevgi ve sezgi birliğini çok güzel yönetiyorsun çünkü…
Çok teşekkürler yazıların ve emeklerin için…
    /Hülya GÜLTEKİN 17 Kasım 2008 Saat:14:00:51

    ….

    ‘O Yolun Yolcusu’ olduktan sonra zaman zaman zorlanmalarımızı ne kadar da güzel anlatmışsın.
Bizim neslimiz, bir geçiş dönemi nesli !
Kendimizi tanıma yolculuğunda yaşadığımız süreçte, önce anne babamızı anlamamız affetmemiz gerekiyor ki, kendimizle barış imzalayalım.
Bu imzayı atmadan, çocuklarımıza ektiğimiz zehirli inanç kalıplarını temizlemek mümkün olmuyor. Geçmişle yüzleşmeden, kader kalıplarını kırmak mümkün olmuyor.
Bu derin temizlik bizim içimizden başlıyor ama bizden öncesini de sonrasını da aydınlatıyor nihayetinde.
    Bir yandan ailemiz, bir yandan çocuklarımız, bir yandan içinde yaşadığımız toplum… hepsi aynı anda sanki üstümüze üstümüze gelirken, bir yandan da ‘O yolun Yolcusu’ olarak kendi yolculuğumuza devam etmek bir süreçten geçiyor.
Zorlanıyoruz elbette, ama keyif te alıyoruz 🙂 Hem de çoook…
Yoksa devam etmek ne mümkün ? :-)
Sevgili Çiğdem’in bir Salı Toplantısında tahtaya yazdığı cümle geldi aklıma. ‘Yaşayan Bilir’ yazmıştı ve senin yazında da aynı mesajı aldım. 
Ve ‘O Yolun Yolcuları’ ile birlikte yola devam etmek muhteşem bir duygu.
    Hayatıma girdiğin için teşekkür ederim adaşım.
    /dilek taşçılar 17 Kasım 2008 Saat:10:26:34

    ….

    Bu yazın içimde garip bir hüzün ve derinlik oluşturdu. 
Yazın Dilek, beni neden oralara götürdü, çocukluğuma götürdü bilmiyorum ama götürdü işte. Yalnızlıkla bağlantısı belki de…
O yolun yolcusuyum kah hüzünlü, kah neşeli ama illaki tek başına…
    /badegül 17 Kasım 2008 Saat:10:21:28

    ….

    Dilek’cim, yazın sarıp sarmaladı beni. Bazen yalnızlık, bazen tekbaşınalık oluyor hissettiğimiz. Bazen naif bir ruh haliyle, bazen kendimizi güçlü hissederek yaşıyoruz. Dualite yaşamımızın doğal bir parçası. Bizi dualiteler geliştiriyor. Sabır konusunda sunduğun bilgiye teşekkür ederim. Bu sabah uyandım, yazını okudum ve değerli bir bilgi edindim. İyi ki varsın 🙂
    /Berna Esin 17 Kasım 2008 Saat:09:43:59

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz