Dilek Yaraş – 21 Mart 1999 – PRİZMA

Sevgiden, insandan yana seçimimizi yapacaksak eğer, gün bugündür. Yarını bekleyecek kadar zamanımız yok. İnsanlığın uzak ve yakın tarihi şiddetin hiçbir soruna çözüm getirmediğinin kanıtı.

Kanın kanla yıkanmayacağı, kan davalarının hiçbir yere varamayacağı bu kadar açıkken, toplumumuzda genel bir kan davası yaratmak isteyenlere karşı uyanık olmalıyız. 

Yapmamız gereken şey çok basit aslında. 

Hemen şimdi, gönlümüzdeki sevgiyi engelleyen kin ve nefret gibi duygulardan vazgeçerek savaş çığlıklarına son vermek; ağzından ve kaleminden kan damlayanların dolduruşuna gelmemek. 

Bu insanlar (!) kendileri sıcak evlerinde oturup kin ve nefret dolu yazılarını yazarken, televizyon ekranlarında ölüm kusarken, internette bomba tarifleri verirken, 

-belki de en ufak bir böbrek sancıları tuttuğunda doktor doktor dolaşırken-, başkalarını ölmeye, öldürmeye gönderiyorlar. 

Böylelerinin, haklarını aradıklarını iddia ettikleri insanları kendi böbrek sancılarını umursadıkları kadar bile umursadıklarına inanmak olanaksız. Öyle olsaydı, gencecik insanları intihar ve şiddet eylemlerine teşvik ederler miydi? 

İnsan, can aldığında katil olur. Başka bir şey olmaz. Hele kahraman hiç olamaz. İnsanların can almasını onayladığımızda ise biz de suça katılmış oluruz. Bu kadar basit. 

Can almaya teşvik etmek de en az katil olmak kadar büyük bir insanlık suçudur. Hem de kaypakça işlenmiş bir suç. Adı üstünde, “İnsan Hakları”, bütün insanları kapsar. Irkına, cinsine, inancına bakmaz. 

Söz konusu olan, insana, canlıya zarar verilmemesidir. “Ana baba hakkı” diye bile ayıramazsınız, hele “cumartesi anası”, “cuma anası” diye hiç ayıramazsınız. Cumartesi anasının yüreği cuma anasından, cuma anasının yüreği cumartesi anasından farklı mı yanar sanıyorsunuz? Evladın sağcısı solcusu, askeri, gerillası olur mu sanıyorsunuz? 

Ya şiddetin sağı solu!?

Ne zamandan beri düşmanız birbirimize? 

Aynı topraklarda asırlardır dostça ve birlik içinde yaşamadık mı biz? 

Ülkeyi işgal edenlere karşı omuz omuza mücadele vermedik mi biz? 

Değişik kültürlere sahip insanların bir arada hoşgörü içinde yaşaması Anadolu topraklarının herkes tarafından bilinen en önemli özelliğidir. Dünyanın başka taraflarında, insanlar kendisinden farklı diye birbirini kırarken, biz sevgi ve barış içinde yaşamayı başardık çoğu zaman. 

Doğal olarak, bizim burada sözünü ettiğimiz birbirine dostluk ve sevgi bağlarıyla bağlı olan sıradan insanlar; dirayetsiz hükümetler ve yöneticiler, ya da onların kuyruğuna takılıp gidenler değil. 

Anadolu halkının birbiriyle hiçbir zaman sorunu olmamıştır. Halk her zaman sevgi ve barıştan yana olmuştur ve hiç kimsenin bu güzelliğe gölge düşürmeye hakkı yoktur.

Bütün dünyaya örnek olma şansımız varken elalemin maskarası olmak niye? 

Yardımı, dayanışmayı birbirimizde arayacağız biz. Yaban ellerde değil. Biz birbirimize yeteriz. Elele verip birlik olursak en olmaz sanılan şeyleri oldurma gücümüz var bizim. 

Yeterki seçimimizi yaşamdan yana yapalım. 

Türkiye hepimizin ülkesi ve biz bu güzel ülkede barış içinde kardeşçe yaşayacağız. Ülkeye zarar vermek isteyen karanlık güçlere, mazlumu ezen zalimlere karşı olacağız, birbirimize değil. 

İster Avrupalı’ya şirin görünme amacıyla olsun, ister bir takım gerçeklerin idrak edilmesinden doğan bir iyi niyetle olsun, Türkiye’de bir takım demokratik gelişmeler oluyor. 

Bizlere düşen görev, bu gelişmelerin daha da genişletilerek hayata geçmesinin ve sürekliliğinin sağlanmasının takipçisi olmak. Türk, Kürt, Ermeni, Zaza, Süryani, Çerkez, Laz, Arnavut… demeden herkesin hak ve özgürlüklerine sahip çıkmak. Aramızdaki birliğin, dostluğun, sevginin kaybolmasına göz yummamak; kışkırtmalar ne yönden gelirse gelsin kanmamak. Güzellikleri farkedelim vakit geç olmadan.

Önceki İçerikKayıp Diva – Rauf Tamer
Sonraki İçerikKAYIP DİVA – Osman İkiz
Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü mezunu. Gazeteciliğe 1987 yılında Karacan yayınlarında stajyer muhabir olarak başladı. İlk haber ve söyleşileri, Kadın, Sanat Olayı, Kapital gibi dergilerde yayımlandı. Hiçbir zaman kopamadığı çocukluk hayali olan gazeteciliğe, 90’lı yıllarda ikamet ettiği İsveç’te Türkçe ve İsveççe haber-söyleşi ve köşe yazılarıyla devam etti. 1998 yılında, bir yandan İsveç'teki Türkçe konuşan göçmenlere yönelik haber-söyleşi dergisi Prizma'yı çıkarırken bir yandan da Dördüncü Kuvvet Medya sitesinde İsveç ve Türkiye gündemi ile ilgili yazılar yazmaya başladı. Prizma dergisi, 2000 yılında, Mısır, İran ve Suriyeli gazetecilerle yaptığı işbirliği sonucu Türkçe-Arapça ve Farsça olmak üzere üç dilde çıkmaya başladı. İlk kitabı, Dorothe Simon ile birlikte yazdığı “Lagom Svenskt” 2000 yılında İsveç’te; ikinci kitabı “Kır Zincirlerini Mavi Marmara” ise 2011 yılında Türkiye’de yayımlandı. Şu sıralar, elindeki yarım kitap projelerini bitirme ve eski çalışmalarını dijital ortama taşıma telaşında.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz