Dilek Yaraş: Bizim kuşağın Para Parra Parrra şarkısıyla tanıyıp sevdiği ünlü Türk Hafif Müziği sanatçısı Rüçhan Çamay’ın hayat hikâyesini yazma işini üstlendiğimde bunun eğlenceli ve hafif bir iş olacağını düşünmüştüm. “Hafif” derken, kelime oyunu yaparak bir şarkıcının hayatını küçümsüyor değilim. En mutlu ve rahat görünen hayatların içlerinde en derin acıları barındırabileceği gerçeğini ben de biliyordum elbette. Sadece, daha önceki çalışmalarımda yer alan ağır trajediler ve dramatik insan hayatlarıyla kıyaslayınca daha ışıltılı ve eğlenceli bir dünyanın içine gireceğimi sanmıştım. Müzik ve magazin dünyasının oldukça uzağında olduğum içindir ki Rüçhan Hanım’ın hayatındaki trajedilerin hiçbirinden haberdar değildim. Daha fenası, caz müziğini severek dinlememe rağmen, onun Türkiye’nin kırklı yıllarından altmışlara kadar olan uzun bir döneme damgasını vuran duayen bir caz sanatçısı olduğu gerçeğini bile bilmiyordum.
Ellili yıllarda Amerika’ya gidip, Frank Sinatra, Marilyn Monroe, Steve McQueen gibi isimleri meşhur eden William Morris Ajans’ı ile kontrat imzalayarak ayağına kadar gelen dünya starı olma fırsatını “aşk uğruna” teptiğini de hiç duymamıştım. Durum böyle olunca,“Türkiye’nin İlk TV Yıldızı” ünvanını taşıdığından da haberim yoktu tabii ki.
Rüçhan Hanım’ın sanat geçmişini biraz daha araştırınca beni bir hayli şaşırtan başka bir gerçekle daha karşılaştım. İkibinli yılların Türkiye’sinde, yakın geçmişe ait bu müthiş kariyerden haberdar olan pek fazla kimse kalmamıştı. O kadar ki “Rüçhan Çamay” adı pop müziği üzerine yazılan kapsamlı kitaplarda bile layıkıyla yer almıyordu.
Her yeni çıkan şöhretin bir öncekini unutturduğu popüler müzik kültüründe “Rüçhan Çamay” ismi de geçmişindeki devasa caz kariyeriyle beraber en klişe deyimle tarihin tozlu sayfaları arasına karışmış ve ancak bir avuç elit caz meraklısının hatırladığı bir isim olarak kalmıştı. Adeta… adeta kaybolmuştu. Kayıp bir divaydı o.
Kırk yıllık bir inzivadan sonra bize, sadece evinin değil, tüm hayatının, hatta ruhunun kapılarını ardına kadar açan bu zarif İstanbul hanımefendisi, aylar süren görüşmelerimizde hayatını ve ruhunu didik didik eden, hatta bazen ikinci-üçüncü defa tekrarladığım sorulara bile hiç yüksünmeden ve bıkmadan cevap verdi. Bu arada, şunu da belirtmekte fayda var: Rüçhan Hanım, bazı konuları hatırlamaya değer bulmadığı için üzerinde konuşmaya bile gerek duymuyor. Magazin ve dedikodu kapsamına giren haberler,“hatırlamaya gerek olmayanlar” listesinde başı çekiyor mesela. Onun derdi başkalarının ne yaptığıyla değil, kendisiyle. Doksan yıllık ömründe, başkalarınınkini değil kendi hayatını ve ruhunu didik didik eden bir insanla karşı karşıyayız ne de olsa.
Şan, şöhret ve servet içinde yüzmenin, her dönemin en tanınmış simalarıyla içli dışlı bir hayat geçirmenin, gerek yurtiçinde gerekse yurtdışındaki kitlelerin hem güzelliğine hem de yeteneğine olan hayranlığının da alkışlarının da hiçbir önemi yoktu. Tüm bunlar, ancak kendisinin ve hikâyesini öğrenenlerin ruhsal gelişimine ilham olabiliyorsa önemliydi. O kadar ki, söyleşilerimiz sırasında sanat hayatı ve müzikle ilgili daha ayrıntılı ve geniş bilgi almaya çalıştıkça o bunları çabuk çabuk geçiştirmek ve lafı dönüp dolaştırıp ruhsal deneyimlerine getirmek istiyordu. Bu da, en ummadık anda beklenmedik bir anının canlanmasına ve sohbetlerimizin çok farklı boyut ve âlemler arasında dolaşmasına sebep oluyordu.

#LeylaDianaGücük ‘ün güzel sunumunun ve sorularının eşliğinde, Dilek Yaraş’tan #KayıpDiva kitabının oluşma sürecini, #RüçhanÇamay ile #MelikeDemirağ ‘ın güzel seslerinden nostaljik şarkılar ve birbirinden ilginç anılar dinlemek isterseniz aşağıdaki bağlantıyı tıklayabilirsiniz.
27 Ekim 2021 tarihinde, #ŞebnemYiğit ‘in #KRT‘deki programı #AklındaKalmasın ‘da, Melike Demirağ, annesi Rüçhan Çamay’ın ve kendi anılarını şarkılar eşliğinde anlatırken, Dilek Yaraş da Yiğit’in kitap hakkındaki sorularını cevapladı.
Programın sürprizi ise #RüçhanÇamay ile kurulan görüntülü bağlantıydı. Anne-kız, bir zamanlar dillerden düşmeyen Parra Parra Parra’yı beraberce söyleyerek geçmiş günleri andılar.