Seyhan AkıncıMilliyet Sanat

Caz müziğin büyülü sesi Rüçhan Çamay yaklaşık 40 yıldır sahnelerden uzak. Bugün 90 yaşında olan sanatçı hiç geri dönmek istediniz mi sorusunu ise “Ruhumun sanatçı gözü arkada kalmadı” şeklinde yanıtlıyor.

 Rüçhan Çamay. Caza en çok yakışan seslerden biri onunki… Henüz 17 yaşında Türk kadınının sahneye çıkmasının pek hoş karşılanmadığı bir dönemde kendi ifadesiyle hayal gücü, şarkı söylemeye olan tutkusu ve cesaretiyle sahnedeydi. Bu tutku ve yetenek onu cazın doğduğu topraklar olan ABD’ye kadar taşıdı. Sesini bütün dünyaya duyurma fırsatını ise aşk için geri tepti. Bugün pişmanlıkları arasında yer alıyor o geri dönüşü… 12 Eylül herkes gibi onun da üzerinden silindir gibi geçti. Öyle ki 80’lerin ortasında her şeyi bırakıp inzivaya çekildi. 1984’te yazmaya başladığı anılarını gazeteci Dilek Yaraş ile üç yıl süren uzun soluklu bir çalışmanın sonunda “Kayıp Diva: Rüçhan Çamay’ın Hayatı” adıyla kitaplaştırdı. Çok uzun soluklu bu suskunluğu Rüçhan Çamay, Milliyet için bozdu. 

1980’lerin başında inzivaya çekildiniz ve “Kayıp Diva – Rüçhan Çamay’ın Hayatı” adlı kitap yayımlanana kadar da yaklaşık 40 yıl suskunluğunuzu korudunuz. Sizi bu derece derin bir suskunluğa iten neydi ve hayatınızı anlatmaya nasıl karar verdiniz?

1985’e kadar müzik hayatıma devam ettim. Çok sevildim, alkışlandım… Ama 12 Eylül darbesi rüzgârının da etkisiyle kızımdan (Melike Demirağ) dolayı sanırım şarkılarıma sansür geliyor, engellerle karşılaşıyor, TRT’ye çıkamıyordum. Müzik piyasası da değişmeye başlamış ve pek keyif alamaz haldeydim. Aynı zamanda Melike’nin vatandaşlıktan çıkarılması da beni üzüyordu. O arada da ruhsal bilgileri almaya başlamıştım. Kitaplar okuyor, bu konuda ehil olan insanlardan bilgiler biriktiriyor, hayatın bana açtığı yolların nedenini çözmeye, var oluşumun gerçeğini bulmaya çalışıyor ve bu bilgilerle yaşamaya dikkat ediyordum. İyilik, sevgi, doğruluk, çalışmak, bilgi gibi değerlerle… 1990’da kitabımın sonunda da okuyacağınız, yapamadıklarımı yapma mücadelesini anlatan “Sonu Esenliğe Çıkan Yol” adlı şiirimde, küçüklüklerimi, zayıflıklarımı, zaaflarımı, tutkularımın esaretini yazdım. Ruhumun, insanlığımı parlak ve saf hale getirme uğraşını yani.

“Ruhumun sanatçı gözü arkada kalmadı”

Türkiye’nin en önemli caz sanatçılarından birisiniz. ABD’de kariyer fırsatını aşk uğruna geride bırakmış bir kadınsınız aynı zamanda… Aşk, Rüçhan Çamay için her şeyin üstünde midir?

Aşk o zamanlar benim için her şeyin üstündeydi. Uğruna yapamayacağım fedakârlık yoktu. Yaptım da. Çok da yanlış kararlar ve seçimler yapmama sebep oldu elbette. Ama aşk hali bilirsiniz, bir çeşit ruhun delilik dönemi. Kör eder, sağır eder, sizi aklınızdan eder. Ama bendeki aşk tek bir adama olan aşk veya tutku değil artık. Benim aşkım bencillikten uzak, sadece kendine zevk veren  duygular için yaşanan bir bağımlılıktan çok, tüm canlılığın aşkına, sevgisine dönüşmeye başlamıştı. Tüm insanlığa, doğaya, hayvanlara, yaşayan her varlığa ve onları var eden sevgili yaradana sevgi ve saygı duyduğum bir aşkı, sevgiyi yaşıyorum artık.

Bugün geriye baktığınızda farklı yapardım dediğiniz şeyler var mı? Hayatınızda birçok kırılma noktası var. ABD’den dönüş, evlilik, 12 Eylül darbesi, kayıplar…

Geriye, o yıllarıma baktığımda, şimdiki farkındalığımla ve yaşam tecrübemle ne çok şeyi farklı yapardım diyorum elbette herkes gibi. Mesela daha bilinçli bir annelik yapmak isterdim. 21 yaşında elime geçen o müthiş fırsatı, cazın memleketi Amerika’da hayal ettiğim sahnelerde şarkı söylemeyi, dersler alarak caz kariyerimi daha yükseğe taşımayı isterdim. Âşık olduğum adamın, ben tam Amerika’da bu hayallerimi yaşamaya başlamışken, sırf başka bir kadına kızgınlığından  “Hemen Türkiye’ye dönmezsen başkasıyla evleneceğim” tehditine boyun eğmezdim. Zaten anlaşamadığım bir adamla işe yaramayacağını bildiğim halde çocuklarım için dahi olsa ikinci kez evlenmezdim. Henüz ruhsal farkındalığımın çok az olduğu zamanda az da olsa sanatçı kibrine kapılıp müzisyen arkadaşlarıma kapris yapmaz, gönüllerini kırmazdım. Ve daha birçok eksiğimi görürdüm. Ama bütün bu yaşadıklarımdan aldığım derslerle edindiğim ruhsal bilgileri harmanlayıp nefsinin efendisi olmuş, iyilikle, sevgiyle yaşamaya çalışan bir insana dönüştüm artık.

İnzivada geçen o 40 yıl boyunca hiç yeniden sahnede olmak istediniz mi?

Hayır istemedim. Cazla başlayan ve sonra popüler müzikle devam eden sanat yaşamımda kendimi mutlu eden, güzel işlere imza atmıştım. Ruhumun sanatçı gözü arkada kalmadı. Yeterince keyif almıştı yaptıklarından zaten. Ruhsal kariyerimin zirvelerine tırmanma dönemi başlamıştı çünkü. 

“Ruhumun sanatçı gözü arkada kalmadı”

“En güçsüz hissettiğim olay oğlumu kaybetmekti”

Kadınların çok güçlü olduğu bir ailede büyümüşsünüz… Siz de çok genç yaşta sahne almaya başlayarak güçlü olmak zorunda da kalmışsınız. Tüm bu yolculukta en çok yorulduğunuz, güçsüzlüğü tercih ettiğiniz oldu mu?

Başından beri güçlü bir varlıkmışım belli. Aileden gelen bir şey bu. Mesela annem 1914 doğumlu ve kırklı yıllarda Ankara’da radyo spikerliği yapmış, ilk uçağa binmiş güçlü, korkusuz bir Cumhuriyet kadınıydı. Türk kızlarının sahnelere çıkmasının pek hoş karşılanmadığı bir devirde, hayal gücüm, şarkı söylemeye olan tutkum, müziğe olan aşkım, cesur kararlar vermeme ve güçlü bir genç kız olmama sebep oldu. O yıllara, oldukça zor şartlara, üstelik daha 17 yaşında bunun için göğüs gerebildim. Kendimi çok zayıf, güçsüz hissettiğim en acı olay oğlumu kaybetmekti. Onun bu dünyadan benden önce gidişine çok ama çok üzüldüm. Bir zaman boyunca hem ağladım, hem de ruhuma derin ısdırap veren bu kaybın, bana verdiği yaşamla ölüm arası ve ötesi farkındalıkla ruhumu daha da güçlendirdiğine şahit oldum. Hayatımın bir defalık yaşamdan ibaret olmadığını ve bir gün oğluma bir başka yaşamımda veya ölüm ötesi âleminde kavuşacağım inancıyla gücümü tekrar topladım ve hayatıma devam ettim.

Milliyet gazetesi – 26 Eylül 2021 “Ruhumun sanatçı gözü arkada kalmadı”

Önceki İçerikKayıp Diva: Rüçhan Çamay – Pınar Çekirge
Sonraki İçerikKayıp Diva’nın İzinde – Leyla Diana Gücük
Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü mezunu. Gazeteciliğe 1987 yılında Karacan yayınlarında stajyer muhabir olarak başladı. İlk haber ve söyleşileri, Kadın, Sanat Olayı, Kapital gibi dergilerde yayımlandı. Hiçbir zaman kopamadığı çocukluk hayali olan gazeteciliğe, 90’lı yıllarda ikamet ettiği İsveç’te Türkçe ve İsveççe haber-söyleşi ve köşe yazılarıyla devam etti. 1998 yılında, bir yandan İsveç'teki Türkçe konuşan göçmenlere yönelik haber-söyleşi dergisi Prizma'yı çıkarırken bir yandan da Dördüncü Kuvvet Medya sitesinde İsveç ve Türkiye gündemi ile ilgili yazılar yazmaya başladı. Prizma dergisi, 2000 yılında, Mısır, İran ve Suriyeli gazetecilerle yaptığı işbirliği sonucu Türkçe-Arapça ve Farsça olmak üzere üç dilde çıkmaya başladı. İlk kitabı, Dorothe Simon ile birlikte yazdığı “Lagom Svenskt” 2000 yılında İsveç’te; ikinci kitabı “Kır Zincirlerini Mavi Marmara” ise 2011 yılında Türkiye’de yayımlandı. Şu sıralar, elindeki yarım kitap projelerini bitirme ve eski çalışmalarını dijital ortama taşıma telaşında.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz