Önce kaos vardı… Karanlığın içindeki kaos… Kaosun içindeki düzen, karanlığın içindeki ışık açığa çıktığında sonsuz huzura ulaşılacaktı… 

Umutsuz ve çaresiz ruhlar karanlığın içinde savruluyorlardı oradan oraya…

Kaynaktan ayrı düşmüşlerdi. Milyonlarca ışık yılı öteye savrulmuşlardı.

UNUTMUŞLARDI!…

Bilmiyorlardı ki karanlığı görmeden ve tanımadan, karanlıktan geçmeden, aydınlığa ulaşılmaz… Kaynak ile birliğe ulaşmak için önce ayrı düşmek gerekiyordu. 

Karanlığı tanımak için kara deliğin manyetik alanına sürüklenmeyi, yok olmayı göze almaları şarttı…  Zordu… Çok zor…

Ama aydınlığa ulaşmak için, mutlak olana ulaşmak için, kara deliğin ötesine geçmeliydiler… 

Başka çareleri yoktu… 

Ve geçiş anı geldi… 

Kaosun ve karanlığın en yoğun olduğu andı o…

Zaman?!… Yoktu… 

Mekan?!… Zaten hiç olmamıştı…

Sürükleniyorlardı, umarsızca ve nereye varacaklarını bilmeden…

Müthiş acı veren bu deneyimin hiç bitmeyeceğini sanıyorlardı…

Azap içinde kıvranıyorlardı…

Kendilerini karanlığa ve kaosa teslim etmekten başka çareleri kalmamıştı… 

Kara deliğin karşı konulamaz manyetik alanına girmişlerdi artık… 

Ve teslim oldular…

İşte o an… Zamansızlığın içindeki zamana, boyutsuzluğun içindeki boyuta erdiler… 

Kaosun ve karanlığın içinde eridiler… 

O erdikleri noktada erirken onlar, kaynaktan gelen ışık çıktı ortaya… 

Ve ışık, güçlendikçe güçlendi, büyüdükçe büyüdü… 

Ve bir anda… 

O hiç beklemedikleri anda tüm karanlığı kendi içinde eriterek aydınlığa çevirdi… Kaosu kendinde toplayarak bir noktada birleştirdi.

Karanlık yok olmamıştı… Transformasyona uğramış IŞIK olmuştu…

İyiliğin ve kötülüğün negatif-pozitif çatışması bitmiş, karanlığın ve kaosun ötesine geçilmiş, her şeyin başlangıcına ve sonuna MUTLAK POZİTİF noktasına varılmıştı. 

İşte o an anlaşıldı ki ayrılık sürecinin başladığı yerde ve anda başlamıştı bütünleşme süreci. 

Yani aslında yoktu ayrılık gayrılık… 

Vuslat, ayrılığın içinde gizliydi sadece… 

Ayrılığı aşabilen hep orada olana eriyordu. Ve bu, bütün umutsuz ve çaresiz ruhların kaçınılmaz yazgısı, er veya geç varacakları noktaydı…

Dilek Yaraş

24 Aralık 2008 / Kuraldışı / Yorumsuzblog

Önceki İçerikTSK’ya AB Fonu
Sonraki İçerikEn İbret Verici 32. Gün
Editör
Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü mezunu. Gazeteciliğe 1987 yılında Karacan yayınlarında stajyer muhabir olarak başladı. İlk haber ve söyleşileri, Kadın, Sanat Olayı, Kapital gibi dergilerde yayımlandı. Hiçbir zaman kopamadığı çocukluk hayali olan gazeteciliğe, 90’lı yıllarda ikamet ettiği İsveç’te Türkçe ve İsveççe haber-söyleşi ve köşe yazılarıyla devam etti. 1998 yılında, bir yandan İsveç'teki Türkçe konuşan göçmenlere yönelik haber-söyleşi dergisi Prizma'yı çıkarırken bir yandan da Dördüncü Kuvvet Medya sitesinde İsveç ve Türkiye gündemi ile ilgili yazılar yazmaya başladı. Prizma dergisi, 2000 yılında, Mısır, İran ve Suriyeli gazetecilerle yaptığı işbirliği sonucu Türkçe-Arapça ve Farsça olmak üzere üç dilde çıkmaya başladı. İlk kitabı, Dorothe Simon ile birlikte yazdığı “Lagom Svenskt” 2000 yılında İsveç’te; ikinci kitabı “Kır Zincirlerini Mavi Marmara” ise 2011 yılında Türkiye’de yayımlandı. Şu sıralar, elindeki yarım kitap projelerini bitirme ve eski çalışmalarını dijital ortama taşıma telaşında.